Tiflis’te ve Gürcistan’ın çoğu yerinde yürüyüş çok yaygın bir turizm şekli. Gerek Tiflis’in içinde gerekse Gürcistan’ın diğer bölgelerinde turistler için çok fazla yürüyüş haritaları hazırlamışlar. Uzun, kısa, herkese göre yürüyüş parkuru var. Biz de üç günüdür ortalama 6 saatlik yürüyüşlerle Tiflis sokaklarını adımladık. 4. Günde pilimiz sinyal vermeye başlasa da Tiflis henüz bitmedi. Hostelden öğlene doğru Eski Tiflis’in doğusuna doğru yürümeye başladık.



Tiflis Fotoğrafının vazgeçilmez köprüsü olan Metekhi köprüsünden karşıya geçtik. Köprünün hemen kuzey ayaklarının dibinde St Abo kilisesi, hemen onun üzerinde Kral Vakhtang Gorgasali Anıtı ve hemen onun yanındaki Metekhi Kilisesi Tiflis’in neredeyse en çok fotoğrafı çekilen yeri. Bu tarihi yapıların yanında fotoğrafa giren bir güzel şeyi de atlamamak lazım. Kralın heykeli ve Metekhi Kilisesi Kura nehrinin yanında dik kayalıkların üzerinde duruyor. Kilisenin yanından, bizim Safranbolu evleri gibi nehir boyunca kayalıkların üzeride sıra sıra dizilmiş eski Tiflis evleri oldukça ilginç bir görüntü oluşturuyor.



Metekhi Kilisesi Kral Vakhtang tarafından 5. Yüzyılda yapılmış, Tiflis’in ilk Kilisesi. Gürcistan Kiliselerinin diğer kiliselere göre 2 farklı özelliği var. Birincisi duvarlara hiçbir resim çizilmemiş. Duvarlar neredeyse üzerinde sıvasıyla duruyor. İkinci fark ise duvarlara asılan İsa resimlerinde hiçbir kan ve işkence yok. Hepsi İsa’yı yüzünde tebessüm ile daha açık tonlarda renkler kullanarak betimliyor.


Kiliseyi gezip Metekhi köprüsünden tekrar karşıya rivayete konu olan kükürt banyolarına doğru gidiyoruz. Hemen Eski Tiflis’in doğusundan başlayan hamamlardaki sularda kükürt oranı çok fazla olduğu için buralara kükürt banyoları kurulmuş. Çok fazla sayıda hamam var. Bir tanesine biz de girmek istiyoruz ama içerideki hoş olmayan kükürt kokusundan dolayı kendimizi dışarıya atıyoruz. Banyoların arkasından, yüksek kayalıkların arasından uzanan yoldan ilerleyince karşınıza bir şelale çıkıyor. Şehrin ortasında böyle bir şelale olması görenleri şaşırtıyor.




Şehrin ortasındaki şelaleden ayrılıp kayalıkların üstüne doğru yukarıda gördüğümüz ilginç bir camiye doğru tırmanmaya başladık. Önümüzden gelip geçenlerin Azeri Türkçesi ile konuşmasından buranın bir Azeri Mahallesi olduğunu anladık. Ve herkes bizim gittiğimiz camiye doğru gidiyor. Yine Camiye giden iki teyze ile yol boyunca sohbet etmeye başladık. Teyzeler Tiflis’te doğmuş ama Azeri kimliğinden bir şey kaybetmemiş. Türkleri çok seviyor. Dertli dertli bize dikkatli olmamızı söyleyince ilk başta neden öyle bir şey söylediğini pek anlamadım. Sonunda teyzenin derdi ortaya çıktı. Rusların uçağını düşürüp başımıza Rusları musallat etmişiz. Bunlar çok betermiş, çok dikkatli olmamız gerekiyormuş. Ben de dikkatli olacağımızı söyleyip teyzenin yüreğine su serptim tabi. Düşen bu uçak konusu gezi boyunca sadece burada açılmadı, hostelde, cafede, Ruslarla, gürcülerle ve Azerilerle sohbetlerde hep bu konu karşımıza çıktı.

Kıvrılan daracık yollardan bir Azeri Camisi olan Cuma camisinin önüne geldiğimizde Caminin önünün ve içeriye girdiğimizde içinin kalabalık olduğunu gördük. Ortalıkta yemek hazırlıkları yapılıyordu. Yol kenarında bir grup gençle sohbet ederken bu yemeğin sebebini sordum. Bir tanesi İmamın kırkı için olduğunu söyledi. Ben de hemen oracıkta bir pot kırıp, Cami imamının mı öldüğünü sorunca hepsinin bana bakışını görmeniz lazımdı. Azeri ve İranlılar sadece Muharrem ayında değil Safer ayının 29’una kadar yas tutarlarmış. Buna da İmamın kırkı deniliyormuş. Matem bitince yemekler veriliyormuş.


Hayatımda ilk defa gördüğüm bir şey de kadınlı erkekli herkes caminin içinde yemek pişirilmesiydi. Ve dediklerine göre yemek de caminin içinde yenecekmiş. Hazırlanmasına daha vakit olduğu için biz yemek yemeden yolumuza devam ettik.


Hızımız alamadık Şehrin kuzeyindeki Avlabari meydanına kadar yürüdük. Avlabari meydanı çok turistik bir yer olmadığını gittiğimizde gördük ve Kura nehrinin kıyısından yürüyerek Hostele döndük.

Hostellerin en çok sevdiğim yanlarından biri birleşmiş milletler gibi her çeşit ülkeden insanların beraber olması. Sezon olmadığından dolayı fazla kişinin olmamasına rağmen İki Hintli, bir Litvanyalı, İki Alman, Bir Rus, 3 Taylandlı, çalışanları da eklersek bir ermeni ve iki Gürcü ile sohbet etme fırsatı bulduk. Hepsi, Tiflis’e, Türkiye’ye Gürcistan’a, A’dan Z’ye her konuya çok farklı yönden bakıyorlar. Tabi ki bu konular konuşulurken o ülkenin yerel içkisi de test ediliyor. Biz de bol bol çaça içtik. Çaça, Gürcistan da şarap kadar önemli bir içki. Üzümden yapılıyor ve alkol seviyesi 45 ile 70 derece arasında değişiyor. Ev yapımı çaçayı sokaklarda, marketlerde her yerde kaçak çıkma korkusu olmadan alabilirsiniz.