Dün erken yattığım için sabah erkenden kalktım. Motoru almak için aşağıya indim. Motorun günlük kirası 35 ringgit. Bir dünya teferruat olacak diye düşünürken adam bana anahtarı ve kaskı verdi, görüşürüz dedi. Ne ehliyet ne ruhsat, ne trafik tersten uyarısı hiç bir şey yok. Ben de atladım vitessiz motora yola çıktım. İngilizlerin kendilerine benzettikleri yerlerden biri de Malezya. Burada da trafik tersten akıyor. Kıbrıs’ta 3 sene yaşadığımdan dolayı benim için trafik bir sorun olmadı. Hatta gayri ihtiyari daldığım zamanlarda bile trafik yönünü şaşırmadım. Az buçuk motor kullanmışlığım da var. Her şey tamam başladım tropikal adayı keşfetmeye.
Motorda benzin yoktu. İlk istasyona gittim. Çocuk bana “Depoyu tam doldurayım mı?” diye sordu. Ben de ona ” Yok tam doldurma, 20 ringgit’lik koy yeter.” dedim. Çocuk gülerek depoyu tam doldurdu. Meğer depo 6.7 ringgit’e doluyormuş. Dünyanın en pahalı benzinini kullanırsak böyle komik durumlar yaşarız tabi.


Bir gün öncesinden harita üzerinde gideceğim yolun planını yaptım. Burada bir uyarı yapmak istiyorum. Malaylar, turizm dersine çok iyi çalışmışlar. Reklamlar, broşürler, tanıtımlar çok güzel. Burada gezilecek yerlerin olduğu haritalara, broşürlere bakarsanız, dünyanın en güzel yeri diye düşünebilirsiniz, fakat gidip yerinde görünce hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Yani Malezya’ya kötü demiyorum ama broşürlerdeki gibi bir güzellik yok. Zaten sloganları da “Gerçek Asya”. Sloganda bile abartı var.


Neyse ben bunun bilincinde elemelerimi yaptım ve 24 noktanın 15 ine gitmeye karar verdim. İlk durak bir Budist tapınağı olan Lucky Temple. Sonra Wildlife Park. Burası genelde kuş ağırlıklı olduğu için girmedim. Oradan Durain Perangin şelalesine geçtim. Uzun zamandır şelaleye gitmediğimi fark ettim. Hatta tropikal ağaçların her yeri sardığı bir ortamda ilk defa bir şelale görüyorum.


Oradan merakla beklediğim beyaz kumsalı olan Tanjung Rhu Beach’e geçtim. Plaj upuzun bembeyaz bir plaj. Biraz bakir, biraz kirli ve ortalıkta sadece atvler dolaşıyor. Buradaki bakirden kastım hiç insan eli değmemiş değil. İnsan eli yarım yamalak değmiş, bir şeyler yapılmış sonra öylece bırakılmış. Denize giren kimse yok. Fazla durmadan Black Sand Beach’a geçtim. Adı üstünde bu kumsalın plajı siyah kumlardan oluşuyor. Beyaz olan kısmı da var tam olarak simsiyah değil. Siyah beyaz bir plaj. Siyah olmasının sebebi de o bölgede çıkan bir madenden dolayıymış.




Buraların fotoğraflarını koyuyorum ama yollardan aldığım zevki koyamam. Yollar bomboş, düzgün. Yolun büyük kısmında iki taraftaki ağaçlar yolun üstünü kapatmış. Ağaçların altında motorla gezmek o kadar zevkli ki, bir de yüzüme tatlı bir rüzgar vuruyor. Özlemişim motor kullanmayı.

Böyle bir yolculukla timsah çiftliğine geldim. Burada büyüğü, küçüğü, özürlüsü, kuyruksuzu yani her çeşit timsahtan onlarcası var. Giriş 20 ringgit.



Oradan sıradaki şelale olan Temurun şelalesine gittim. Hayatımda gördüğüm ve adanın en güzel şelalesi kesinlikle burası. Su o kadar yüksekten düşüyor ki havada çok değişik bir görüntü oluşturuyor.


Saat üç gibi adanın kartal heykelinden sonra ikinci gözde mekanı olan Oriental Village’a geçtim. Gerçekten çok güzel bir yer. Bir de oraya 700mt yükseğe çıkan teleferik yapmışlar. Ortalık çok kalabalık. Çıkış 35 ringgit. Cable Car dedikleri teleferik L çizerek iki istasyona çıkıyor. Bir istasyonun görmediği yerleri diğer istasyon görüyor. Manzara mükemmel. Bir tarafta Malezya adaları, diğer tarafta Tayland adaları görenleri büyülüyor. Bir de burada Sky Bridge dedikleri bir köprü var. Gökyüzü köprüsü. Bir dağın tepesinden diğer dağın tepesine bir köprü. Fakat kapalıydı. Ya yeni açılacak ya da tamirde artık bilemiyorum.





Oradan Bufalo çiftliğine doğru giderken, yol üzerinde Langkawi’nin meşhur pirinç tarlalarının olduğu yerden geçtim. Fotoğraflarını çekip yola devam ettim. Bufalo çiftliğine giriş 5 ringgit. Bufalolar biraz değişik fakat çok görülmesi gereken bir yer değişmiş.


Güneş batmadan son yer olarak Raya Dağına doğru motorumu sürdüm. Yolda 3 ringgite yarım depo benzin aldım. Yemyeşil dağ havasında, kıvrılarak giden yollarda dağın zirvesine çıktım. Bu arada sadece bu yolda değil adanın tüm yollarında sizi hayvanlar bekliyor. İnekler, maymunlar, sincaplar, her çeşit kuşlar ve bunlara benzer hayvanlar.



Güneş batmaya yakın adanın en turistik yaşam alanının olduğu yere Pentai Cenang bölgesine vardım. Meğer adada hayat buradaymış. Her yerde, cafe, restoran, duty free ve küçük büyük oteller var. Kumsalında biraz yürüyüp gün batışı fotoğrafları çektim. Gelirken İstanbul Restoranı’nı görmüştüm. Dönüşte oturdum bir döner yedim, ayran içtim. Sahibi Ata ağabey ile sohbet ettik.


Ata ağabey 38 yıl önce Türkiye’den çıkıp, buralara gelmiş. Restoranın adı İstanbul ama aslında Adanalı. Bu coğrafyada bir kaç ülkede yaşamış en son buraya yerleşmiş. 6 yıldır bu restoranı işletiyormuş. Langkawi’yi de çok sevmiş. Bana Malezya hakkında enteresan bilgiler verdi. Burada iki vatandaşlık varmış. Biri Malay vatandaşlığı, diğeri Malezya vatandaşlığı. Malay vatandaşı olunmaz doğulurmuş. Bir Malay’ın içki içmesi zina yapması yasakmış. Müslüman doğan Malay’ın din değiştirmesi de yasakmış. Namaz kılmak, oruç tutmak ve buna benzer dini vecibeleri yerine getirmek zorunluymuş. İçki içen ve ona içki servisi yapan Malay’ı direk hapse atıyorlarmış. Hapislik olmayan daha hafif suçların cezası ise suç işleyen Malayları şehirde cenaze arabası ile gezdirmekmiş. Bu bir Malay için çok küçük düşürücü bir durummuş. Malay dört kadınla evlenebiliyor fakat boşanamıyor. Her şey de Kısasa kısas uygulanıyor. Yani Malezya’da şeriat kanunları işliyor. Onun dışında herkese her şey serbest. Hindu olan Malezyalı ya da Çinli olan bir Malezyalı’ya yasak yok. Fakat bankalarda, kamu dairelerinde her türlü konuda Malay’ın Malezya vatandaşına göre üstünlüğü varmış. Ata ağabeyinin çok ilginç tespitleri var. “Burada her ırk, her din mensubu halk çok iyi anlaşır. Malezya’da çok güzel bir düzen kuruldu. Hintlisi, ben sizin her türlü ayak işlerinizi yaparım, Çinlisi, ben sizin ticaret işinizi yaparım, Malay’da bende sizi yönetirim deyip kendi aralarında anlaştılar” diyor. Kimse de kimseye karışmıyor.

Ata ağabeyinin dönerini yiyip sohbetine nail olduktan sonra hostelin bulunduğu Kuah’a doğru yola koyuldum. Yolda bir manav buldum. Çok şeker bir kadın bakıyordu. Çoğunun tadına baktırdı. Salak, dragon meyvesi, muz, elma ve mangostin aldım.

Hostele vardığımda saat dokuz olmuştu. 12 saatte 200 km yol yaptım. Gezinin en güzel günlerinden birini yaşadım. Fakat yorgunluktan bittim.

Ertesi gün uyandığımda saat 10, kendime geldiğimde saat 12 olmuştu. Tam hazırlanıp dışarı çıktığımda çok fena bir yağmur yağdı. Kendimi bir duty free’ye attım. Bir Güney Kore restoranın da yemek yedim. Yağmur dindikten sonra Kuah’ta bir yürüyüşe çıktım. Biraz dediğim 6km yol yürümüşüm. Bir camiye gittim. Adada o kadar çok cami, kilise, Hindu tapınağı, Budist tapınağı var ki, sanki ada kutsanmış.

Bir kafede oturdum. Hem dünün yorgunluğunu attım hem de yazımı yazdım. Bir de pirinç yaprağı suyu içtim. Çimen çiğniyormuş gibi bir tadı var.


Daha sonra bir duty free’den akşam erzağımı alıp hostelime geçtim. Yarın yine yolculuk günü. Sabahtan yollara düşeceğim, kim bilir akşam nerelerde uyuyacağım.