Boracay ufacık bir ada ama her türlü turist grubu için yapılacaklar listesi çok. Ben günlük deniz olayından sonra ekipmanlarımı alıp adanın öbür ucundaki Puka adasına doğru yürümeye başladım. Ekipman dediğim de harita, fotoğraf makinesi ve mp3 çalar. Haritaya çok ihtiyaç yok ama yanımda bulunsun. İbrahim Ferrer söylemeye başladığında ben de Boracay sokaklarında yürümeye başladım.


Beyaz plajdan uzaklaştıkça yerel yaşamın içine daha çok giriliyor. Her turistik yer gibi burada da turizm dışı mekanlar var. Filipinlilerin çok değişik yaşam alanı, yaşam tarzı var. Ama bu tarz Manila’da ki ile hiç alakası yok. Özellikle adanın yerlilerinin yaşadığı yerde dilenciler, açlar ve peşinize takılan satıcılar yok. Herkes kendi halinde, herkes yabancı görünce gülüyor. Çocuklar basketbol ve misket oynuyor. Herkes mutlu.



Anlatmak biraz zor fakat buradaki hava biraz Latin Amerika biraz Uzakdoğu biraz da Orta Asya desem biraz karışık olacak ama öyle. Sağda solda duyabileceğiniz tüm müzik İngilizce, herkes İngilizce konuşuyor. Yemekler uzakdoğu yemeklerine benziyor. Yerliler rahat, dünya umurlarında değil.


Holy Rosary Parish Church isimli Katolik kilisesine gittim. Kilise dışında her şeye benziyor. Rengarenk, bahçesinde basketbol sahası var. Kilise olduğunu gösteren tek alamet duvardaki İsa heykeli ve banklar.

Yol boyunca yerel evler, bakkallar, okullar, ağaçlar, siesta yapan insanlar, basketbol oynayan çocuklar ve bol bol tricycle’lar (yandan kabinli motosikletler) var.
Yaklaşık bir saatte Puka plajına vardım. Fakat çok zevkli bir yolculuktu. Adada olacağını hiç tahmin etmediğim şeyle karşıma çıktı. Golf sahası bile karşıma çıktı. Golf tutkunları talanda sınır tanımıyor. Burada bile golf sahası görmek çok şaşırtıcı.


Puka Plajı, adanın diğer ucunda küçük bir plaj ama ilk görenlere çok farklı duygular yaşatıyor. En başta inanılmaz sakin, sessiz ve bakir bir kumsal. Bakir olmasıyla birlikte temiz de. Çok az sayıda insan var. Hediyelikçiler plajın girişinde. Plajda sizi rahatsız eden yok. Tamamen deniz, palmiye ağaçları ve beyaz kumsal ile baş başasınız. Kumsalın bir kısmı deniz kabuklarından oluşmuş. Burada denize girenlere değişik balıklar eşlik ediyormuş. Hele bir de beslerseniz, sizi hiç bırakmıyormuş. Ben denize girmedim ama hayatım da belki başka hiç yapamayacağım bir şey yaptım. Plaj kenarında oldukça basit kafeler var. İçecek satıyorlar. Özellikle hindistancevizi suyu. Palmiye ağaçlarının altında şezlonga yattım ve hindistan cevizi suyu istedim. Baktım çocuk bir hindistancevizi aldı. Ben de nasıl yapacakmış diye gittim yanına. Hindistan cevizine iki bıçak darbesi attı, pipet koyup elime verdi. Yaklaşık 4 kilo hindistan cevizi elimde ne yapacağımı şaşırdım. Neyse şezlonguma geçtim. Tepemde palmiye ağacı, altımda bembeyaz kumsal, önümde berrak bir deniz, kulağımda kuş ve dalga sesleri, elimde hindistan cevizi… Hayatımda unutamayacağım anları yaşadım. Sanırım üç dileği öğrenmek için gönderdikleri ıssız ada burası. Üç dileğimi sormadan beni ıssız bir adaya atılmışlardı. Yaklaşık bir saat o şezlongda yeniden doğdum.




Puka Plajından hiç ayrılmak istemiyordum ama artık akşamüstü oldu. Geri dönmem gerekiyor. Boracay’ı her geçen gün daha çok seviyorum.



Bir saatlik yolculuk için yürümeye başladım. White beach’e geldiğimde güneş batmak üzereydi. Herkes, güneş batışını çekmek için plaja toplanmış. Mükemmel bir ortam. Boracay’da her gün batışı bir plaj partisi havasında geçiyor. Kimisi birasını, kimisi makinesini, kimisi manitasını almış güneşin batışını kutluyor.


Güneş batışını bende kutladıktan sonra hostelime döndüm.

Yaşadığım bilet problemini çözdüm. Bu sefer neresi ve ne zaman olduğunu söylemeyeceğim. Sürpriz olsun. İşimi halledip dışarıya çıktım. Biraz Boracay gecelerinde dolaşıp, yazımı yayınlayacağım. Sanırım bir ay kalsam her gün Boracay için yazı yazabilirim.