Bu gün Moskova’da son günüm. Öyle böyle 9 gün kalmışım Moskova’da. Artık çok yabancılık çekmeyecek derecede Moskova’yı tanıdım. Genel anlamda içimde kalan bir yer olmadı. Moskova’da galeri ve ünlü kişilerin evlerini saymazsak 60 dan fazla müze, onlarca galeri, yüzlerce kilise ve binlerce heykel var. Tabiki bir yerde sınır çekmek lazım. Yoksa ne para dayanır ne de zaman. Herkes ilgi alanındaki yerleri öğrenip ona göre gezmesin de fayda var. Fakat şu da bir gerçek ki, ilgi alanı ne olursa olsun bence herkesin görmesi 15 yer var. Onunla ilgili yazıyı da akşam trende hazırlayacağım.
Öğlene doğru uyandım. Çantayı hazırlama vakti geldi. 9 gündür taşımıyordum rahattım. Bu arada çantanın kaç kilo olduğunu öğrenmek bile istemiyorum. Ben gezi boyunca şimdilik 3 kilo verdim. Muhtemelen onu da çanta aldı 🙂 Belki resimlerde süzüldüğümü hissedersiniz.


Neyse, toplu metro kartı almıştım daha içinde para var. Atladım tekrar Novodevich mezarlığına, Nazım’ı ziyaret etmeye. Onu ve mezarlıktaki diğer mezarları ziyaret ettim.




Bu gün hava 20 dereceye çıktı. Parçalı bulutlu. Yürüyerek Kızıl Meydana geldim. Biraz dolaşıp bir yere oturdum ve yazı yazmaya başladım.
Sonrasında, aslında Gürcistan yemeği olup Rusya’da da yaygın olan mantıya benzeyen Halinka adında bir yemek yedim. Dev bir mantı boyutunda bohçaya benzer bir şey. Üç-beş tanesi bir kişiyi doyuruyor. Tadı biraz garip. İçinden biraz su çıkıyor ve ağız tadıma uymayan bazı baharatlar var içinde.

Normalde Moskova’da her türlü yemek var. Benim en sıkıntısız öğünüm sabah kahvaltısı. Büfe tarzı yerlerde 50 – 60 rubleye küçük küçük poğaçalar, pişiler satıyorlar. Yanında bir de çay… süper oluyor. Diğer öğünlerde menülerini okuyabildiğim kadarını yiyorum. Yemek konusunda, iki konu arasında sıkışılıyor. Birincisi yemeklerin tadına bakma, ikincisi o kadar tempo harcadıktan sonra içine sinerek doyduğunu hissetmek. Değişik yemekleri tatmasına tadıyorum ama doyduğumu hissetmiyorum. Tam yorulmuş oturmuşum, açlıktan ölüyorum. Bir yemek test ediyorum. Yemek, boğazdan geçeyim mi geçmeyeyim mi diye düşünüyor. Vücut hani bana yemek diyor. İş de o nokta da devreye kebaplar ve hamburgerler giriyor.
Bir şeyler atıştırdıktan sonra doğruca Tolstoy ve Puşkin’in müzelerine gidiyorum. Biraz zor olsa da önce Tolstoy’un müzesini buluyorum. Giriş 200ruble. İçerde, bu güne kadar gördüğüm en garip müze kuralı ile karşılaştım. Fotoğraf çekmek için bir de fotoğraf makinesi için bilet alınıyor. Başta şaka yapıyorlar diye düşündüm ama Tolstoy müzesinde görevli ihtiyar kadın bana niye şaka yapsın. Neyse bir fırsatını bulurum diye ilerledim. Fakat her oda da görevli oturuyor. Hepsi de pür dikkat müzedekileri izliyor. Sanki soyguna geldik. Ama bir müsait anını yakaladım tabi. İki kaçak foto.


Müzedeki bölümleri Tolstoy’un yazdığı romanlara göre ayarlamışlar. El yazmaları, kullandığı kalem, ufak tefek eşyaları ona göre bölümlere konulmuş. Benim fotoğrafını çektiğim el yazısı Anna Karenina romanını yazarken ki karalamaları.


Ordan çıkıp Puşkin’in müzesine gittim. Burası da gördüğüm en garip müze. Kocaman müzenin içinde üç değişik müze var. Ben sadece Puşkin’in müzesine bilet aldım.(170 r) Zaten her yerde Rusça yazıyor. Birde koridorları karıştırmamak için yoğun çaba harcadım. Bu müzede de fotoğraf için bilet isteyecekleri tahmin ettim tabi. Uyarı gelene kadar çektim. Puşkin’in müzesi biraz daha büyük, daha fazla el yazması ve kullandığı eşya var.



Moskovo’da müzeler için söyle bir uyarı yapabilirim. Müze seçerken biraz daha dikkatli seçin çünkü müzelerde pek bir şey anlaşılmıyor. İngilizcesi olanların anlama oranı, İngilizcesi olmayanlara göre daha fazla ama iki kesim içinde zor. İngilizce müzelerin çok az yerlerinde yazıyor. Bir süre sonra malak gibi dolaşmaya başlıyorsunuz. O yüzden gelmeden önce iyice ezberleyin müzeleri.


Müze gezmeleri bitince en sevdiğim yer olan Arbat’a geldim. Oturdum, yazıyorum. Bir iki saat sonra çantamı alıp tren istasyonuna gideceğim. Gece 00:15 ( TS: 23:15) de tren hareket edecek.
Hayırlı yolculuklar. Gün gün izliyorum. Sevgiler.
Sağol hocam