17 saat otobüs yolculuğundan sonra Volgograd’a geldim. Tren gerçektende çok rahattı. Bir de sanırım dedikleri gibi Rusya da bayan nüfusu, erkek nüfusundan çok çok fazla. Benim bulunduğum vagonda 6-7 erkek varsak, 50 kadar kadın vardı. Kendimi bayan vagonuna kaçak girmişim gibi hissettim. Ayrıca istasyonlarda çalışanlar da, seyyar satıcıları da kadın.

Trenden indim. Sırtımda 18 kilo çanta ile otel aramaya başladım. Burada hiç kimse İngilizce bilmiyor. Tabelalar hep Kiril alfabesi ile yazılı. Otelin, otel mi, müze mi, devlet dairesi mi olduğu hiç anlaşılmıyor. Dolaştım durdum derken saat beşi buldu. Atladım bir taksiye “otel” dedim. Adamcağız dolaştı durdu caddelerde otel bulmak için. Çok da aldığını sanmıyorum 300 ruble aldı. O otel pahalı bu otel kötü derken 2500 rubleye bir otel buldum. Otel’e yerleştim. O akşam otelden dışarı çıkmadım.

Ertesi gün niyetim biraz Volgograd’ı gezip Moskova’ya gitmek. Aslında daha da önceki planım. Volgograd’da bir kaç gün kalıp dinlenmekti fakat hem Volgograd’ı sevmedim hem de otel pahalı. Bu parayı Moskova’da harcamayı tercih ederim.

Sırt çantasını otele bırakıp dolaşmaya başladım. Ben dolaşmaya başladım, yağmur da yağmaya başladı. Bir süre yağmur yağdı sonra dindi ama kara bulutlar bir türlü gitmedi. O yüzden fotoğraflar biraz karanlık çıktı.





Volgograd, adı üstünde Volga şehri. Önceki adı olan Stalingrad, Volgograd olarak değiştirilmiş. Ortasından Volga nehri geçiyor. Yakından bakınca nehirden çok göle benzese de biraz akıntı var. Volgograd’ın nüfusu bir milyon civarında. Hinterlandı çok yüksek. Rusya’nın güney batısında yolların birleştiği noktada. Ama kesinlikle turistik bir şehir değil. Dikkat ettim turistlerde hep Rusça konuşuyor yani yerli turist. Gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki burayı gezmeye gelmenize gerek yok. Benim fotoğraflara bakın yeter.



Sokaklar binalar gerçekten çok büyük, her yerde büyük heykeller var. Sanırım ülke büyük olunca silsile halinde her şey büyüyor. Caddeler, sokaklar, heykeller, apartmanlar, fabrikalar, yollar, fikirler, umutlar, amaçlar, ülküler… Hep bu tür şeyleri büyütmeye çalışırken küçülmeye mahkum kalan bir tek insan oluyor. Bu yalnız Rusya da değil yüz ölçümü büyük olan çoğu ülkede böyle. Neyse gezi yazısına dönelim:)
Volga nehri kıyısından geçerken nehir turu yapıldığını gördüm. Yaklaşık bir saatlik bir tur yaptım.
Turda gördüğüm The Motherland calls heykeline gitmeye karar verdim. Tabi ki yürüyerek. Uzun bir yürüyüş sonunda heykelin olduğu parka ulaştım. The Motherlands calls heykeli Mamayev Kurgan anıt müze parkının en tepesinde bulunuyor. Oldukça büyük bir yer. Heykele ulaşmak için tırmanmamız gereken toplam basamak sayısı 405. Basamaklarla ek olarak heykel ulaşmak için bir kilometrelik Kahramanlık Allesini de yürümek gerekiyor. Bu heykel bu güne kadar gördüğüm en büyük heykel. Ayrıca burada şehitlik, kilise, savaş zamanını yansıtan rölyef çalışması olan büyük bir bölüm de var.



Ne olduysa bundan sonra oldu. Heykelden çıkarken merdivenlerin başladığı yerde bulunan hediyelik eşyalara baktım sonra tramvaya bindim (tramvayı kullanmayı öğrendim). Durağa gelince indim. Bir anda fotoğraf makinesinin olmadığını fark ettim. Başımdan aşağıya kaynar sular boşaldı. Bir an tramvay da unuttuğumu düşündüm. Hemen rusça sözlüğümü alıp görevli kadının yanına gittim. O da hemen oranın görevli iki polisine yönlendirdi. Onlarda hemen detektifleri aradılar. Sağ olsunlar 6 Rus polis can siper hane bir şekilde fotoğraf makinesinin peşine düştüler. Bu arada ben “Hediyelik eşya dükkanına bakayım belki orada unutmuşumdur.” diyorum. Detektif merkeze gidip ifade falan vermem gerektiğini söylüyor. Tramvayı aradılar kayıt tuttular. Yaklaşık iki saat geçti. Sonra beni, tramvay videosunu izlemeye götürmek istediler bende önce hediyelik eşya dükkanına gitmek istediğimi tekrarladım. Atladık gittik polis otosuyla. Baktık oradaymış. Görevli kadın çıkartıp verdi. O an dünyalar benim oldu. Gülüştük vedalaştık. Döndüm gittim benimle iki saat ilgilenen o bölgenin polisine bir hatıra fotoğrafı çektirmeye ama üniforma ile fotoğraf çektirmiyorlarmış. Vedalaştık ayrıldık.
Gürcistan sınırındaki otostop olayı gibi fotoğraf makinemi unutup, sonrasında onu bulmak için saatlerce vakit kaybetmem de sonradan işime yaradı. İş uzayınca treni kaçırdım. Tren 4500 rubleydi. Orada konuşurken, Moskova’ya otobüsle de gidebileceğimi öğrendim hem de 1700 rubleye. Çantamı otelden alıp. Mc donald’a gittim. Sonra direk otobüsün yazıhanesine geçtim ve otobüs beklemeye başladım. hava iyice kararmaya başladığında 15 saatlik Moskova yolculuğum başlamıştı.