Hemen yanımızda olmasına rağmen, bu güne kadar Kıbrıs’a gitmeyenlerin aklında belli başlı düşünceler var. Ufacık ada da ne olabilir ki? Kıbrıs’ta gezilecek yer mi var? Kıbrıs’ta casinodan başka ne var? Benim hayallerimi Avrupa süslüyor Kıbrıs da nereden çıktı? Gibi düşünceler sahiplerini yanı başımızdaki cennetten mahrum bırakıyor. Her zevke, her keseye uygun eğlencesi, tarihi, doğası ile tam bir sürprizler adası olan Kıbrıs, böyle düşünenleri şaşırtan bir ülke.
Kıbrıs’a nasıl gidilir? Sorusu belki çoğu kişinin aklına gelen ilk soru olabilir. Kıbrıs’a iki türlü ulaşım var. En pratik ve yaygın olanı uçakla gitmek. İstanbul’dan ve Adana’dan neredeyse her saat başı, diğer birçok büyük şehirden de günde üç dört tarifeli sefer düzenleniyor. Biraz zahmetli ama uçmaktan çekinenler için diğer bir ulaşım da gemi. Girne’den ve Mağusa’dan Mersin/Taşucun’a tarifeli gemi seferleri düzenleniyor. Arabalı gemilerle yapılan seferler gece ve gündüz olmak üzere iki sefer yapılıyor ve yaklaşık yolculuk süresi 6-7 saat. Özellikle kış aylarında hava muhalefetlerinden sık sık iptaller yaşandığını belirtmekte fayda var. Gemiler oldukça rahat ve temiz. Uçsuz bucaksız Akdeniz maviliğinde seyahat etmek oldukça eğlenceli fakat yolculuğun sonunda uzun bir otobüs yolculuğunun beklediğini unutmayın.



Kıbrıs’a iner inmez karşılaşacağınız ilk şey sıcak olacaktır. O yüzden özellikle Temmuz ve Ağustos ayları Kıbrıs’a tatil planı yapanlara bir kez daha düşünmelerini tavsiye ederim. Aprondan havaalanının binasına girdiğinizde, karşınıza gümrük polisi, yaşınıza, başınıza, kılığınıza, kıyafetinize bakarak kafasına göre 1 haftadan 3 aya kadar vize verir. Vize uçakta verilen küçük kağıtlara damgalanır. Kıbrıs’a sadece kimlik ile giriş yapılabilir. Vizenizi alıp havaalanı binasından çıktığınızda en dikkat etmeniz gereken şey trafiğin soldan akması. Kıbrıs’ta trafik kazalarının büyük kısmını turistlerin trafiğin yönünü karıştırmasından oluşan ufak kazalar oluşturuyor. Trafiğin soldan akması adanın İngiliz sömürgesinde kaldığı tarihlerden kalma bir kural.
Kıbrıs’ta ulaşım, Türkiye’ye kıyasla çok farklı. Havaalanından, Kıbrıs’ın istediğiniz bir yerine gitmek için ister havaalanı servisi olan KIBHAS’ı kullanabilirsiniz, isterseniz taksiye binebilirsiniz, isterseniz de araba kiralayabilirsiniz. Kıbrıs’ta toplu taşıma çok yetersiz. Üstüne bir de gezilecek yerlerin mesafeleri birbirine uzak olunca, güzel bir gezi planını toplu taşıma ile yapmak imkansız. Bunun için araba kiralamak en mantıklı çözüm. Genelde araba kiralamak Kıbrıs’ta yaygın ve fiyatları Türkiye’ye göre oldukça ucuz. Araçlar en az üç günlük kiralanıyor. İstenildiği takdirde şoförle de kiralanabiliyor. Yok, ben kendim kullanacağım derseniz üç şeye dikkat etmeniz gerekir. Birincisi bahsettiğim gibi trafik soldan akıyor. İkincisi Kıbrıs’ta ana yollarda hız sınırı genelde 65 km ve adanın çoğu yerinde hız cezası kesmek için fotoğraf çeken sabit radarlar var. Kiralık araba bir şey olmaz diye düşünmeyin bir daha Kıbrıs’a gittiğinizde sizi ceza karşılayabilir. Üçüncü olarak da Kıbrıs’ta trafik lambasının çok az sayıda olması. Kavşaklar büyük olduğundan dolayı kavşaklara girerken eli mahkum yavaşlıyorsunuz ve soldan gelene yol vermek zorunluluğunuz var. Trafik konusu biraz karışık gibi gelse de Kıbrıs’ta trafik Türkiye’deki trafikten kat kat daha rahat, güvenli ve nazik.

Kıbrıs’ta ki gezilmeye değer yerler sanılanın aksine çok fazla. Kıbrıs’ın resmi seyahat rehberlerinde bile eksik yerler görmek mümkün. Ada başlı başına bir açık hava müzesi.
Genel anlamda 5 ilçeden oluşuyor. (Kıbrıs’ta il yok. En büyük yerleşim yeri İlçe.) Lefkoşa, Girne, Mağusa, İskele/Karpaz ve Güzelyurt.
Lefkoşa: Dünyanın 3 bölünmüş merkezlerinden biri olan Lefkoşa adanın ve Kuzey Kıbrıs’ın tam ortasında yer alır ve ülkenin başkentidir. Kıbrıs’ta hayal edilen bir Akdeniz adası havası olmaya tek yer. Hava alanından ülkeye giriş yaptığınızda batıya doğru giderseniz uçsuz bucaksız Mesarya ovasından Lefkoşa’ya ulaşabilirsiniz. Adanın sadece bu kısmını görenler ada da hiç yeşillik olmadığı kanaatına varacak ama diğer yerleri görünce buranın istisna olduğunu anlayacaklar.

Birçok tarihi yapıları bir arada görebileceğimiz Girne Kapı, Lefkoşa’nın en turistik yeridir. Adanın dokusunu oluşturan sarı taşlarla yapılmış birçok kilise, bedesten, han, sütun ve tarihi evleri ile güzelliği insanın aklını başından alır. Girne Kapısında, Osmanlılardan kalma Büyük Han, sonradan camiye çevrilip Selimiye Camisi olan St Sophia Katedrali, St Nicholas Kilisesi, Venedik sütunu, mutlaka uğranılması gereken yerler arasında. Girne Kapısında surlar içinde bu yerlere gitmek için dar sokak aralarından geçerken kendinizi açık hava müzesinde gibi hissedeceksiniz.

Surlar içinde gezerken gitmeniz gereken yerler daha bitmedi. Selimiye Camisinden elli metre geride Lokmacı sınır kapısı, Arap Ahmet bölgesinde güney kesimini çok rahat görebileceğiniz park, Mevlevi müzesi, Arap Ahmet mahallesi, Lüzinyan evi, Saçaklı ev gibi küçüklü büyüklü birçok yeri gezebilirsiniz. Girne kapısından çıktıktan sonra adanın en meşhur gezi caddesi olan Dereboyun’a uğramakta fayda var. Dereboyu Caddesi birçok mağazanın yanında çok güzel kafelerin olduğu kalabalık, canlı bir cadde. Ayrıca bu cadde üzerinde bir de meşhur Barbarlık müzesi yer almakta. Barbarlık Müzesi, kanlı Noel diye adlandırılan, Rumların Noel gecesi Türkleri katlettikleri evlerden birisi. Binbaşı Nihat İlhan’ın evi olan müze, kendisinin olmadığı bir aralık günü baskın yapılmış ve çocukları ve eşi katledilmiş. Evde hala onlardan kalan eşyaları ve mermi isabetinden kırılan eşyaları görmek mümkün.


Girne: Adanın kuzeyine doğru giderseniz Girne’ye ulaşırsınız. Girne adanın en hareketli ve en turistik ilçesi. Girne, daracık sokakları ile sıcacık atmosferi ile tipik bir Akdeniz kıyı şehri. Kapalı Maraş’ın kapanması ile kuzeyin tatil merkezi olma yolunda hızla ilerlemiş ve günümüzde Kuzey Kıbrıs’ın en turistik yeri olmuş. Türk askerleri 1974 yılında çıkartmayı Girne de bir koyda yaptığı için Barış Harekâtı ile ilgili müzeler de burada yer alıyor.

Girne’de çok fazla gezilecek yer var. En batısında, Hristiyanlığın bir mezhebi olan ve dünyada sadece bir kaç bin tane kalan Maronitlerin son derece sevimli Koruçam köyü var. Köyde hem gezebilir hem de Kıbrıs’ın meşhur küp kebabını yiyebilirsiniz. Hemen köyün yanında, İtalyan kökenli Rum bir avukat ve mafya babası olan Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılmış ve daha sonra müzeye çevrilmiş, Mavi Köşk adında bir müze var. Köşk’te, O dönemde insanın ağzını açık bırakan teknoloji kullanmış ve Köşkün her detayını özenle düzenlemiş. Mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer.

Girne’nin Batısından doğusuna gelirken merkeze gelmeden önce Türk askerinin çıkartmada ilk çıktığı plaj olan ve Albay İbrahim Karaoğlanoğlu’nun karargâh olarak kullandığı ve vurulduğu yere kurulan Karaoğlanoğlu şehitliği ve Barış ve Özgürlük müzesi uğranması gereken yerler arasında. Barış harekâtı ile tüm sorularına cevap bulacağınız ve o dönemi bir nebze olsun hissedeceğiniz en güzel müze orasıdır.

Girne merkeze vardığımızda bizi bambaşka bir dünya bekliyor. Kafelerin, dükkânların bulunduğu ara sokaklar ve Girne limanı insana tarif edilmez mutluluk veriyor. Limanın Hemen yanı başında ise yapımında üç medeniyetin katkısı bulunan Girne kalesi bulunmaktadır. Girne Merkezinin biraz üstündeki İngiliz mahallesi Pella Pais, manastırı ve bozulmamış ortamı ile gezilmesi gereken yerlerden biri.


Mağusa: Zamanında komple bütün adanın hatta Avrupa’nın en turistik yeriymiş Mağusa. Şimdi eski ününü korumasa da Kıbrıs’a gidildiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir. Hava alanından çıkınca direk doğuya doğru gidince karşımıza kocaman bir zafer heykeli Mağusa gelen misafirlerini karşılıyor. Mağusa’da, Lefkoşa’daki gibi içinde kiliselerin, camilerin müzelerin bulunduğu büyük bir kale var. O kalenin girişinde içinde mumya canlandırmaların bulunduğu Canbulat Müzesi bizi karşılayan ilk müze. Kalenin merkezine gelince Namık Kemal Meydanı bulunuyor. Namık Kemal Meydanı turistlerin en çok ilgisini çeken yerlerden biri. Sağlı sollu hediyelik eşyaların satıldığı dükkânlar, cafeler bu meydanın kalabalık tutuyor. Namık Kemal meydanında, Namık Kemal müzesini ve kaldığı zindanını görebilirsiniz.



Mağusa kalesinden sayısız tarihi eseri gördükten sonra kaleden çıkıp deniz kenarına doğru ilerlediğimizde karşımıza kanımızı donduracak bir manzara çıkıyor. Ünlü Kapalı Maraş’ın plajı. Plajın bir kısmı kullanılıyor. Oldukça da canlı ama diğer yarısı yaklaşık 40 yıldır kullanılmıyor. Plajdan Kapalı Maraş’ı seyredebiliyorsunuz. Uzun yıllar kullanılmayan ve top atışlarından zarar görmüş binalar ilk görenlerin nefeslerini kesiyor.



Mağusa’dan kuzeye doğru çıkıldıkça yolun solunda St. Barnabas manastırı adanın en önemli manastırların biri ve hemen yanında bulunan St Barnabas ikon müzesi adanın en önemli müzelerinden biridir. Yeri biraz sapa kalsa da görülmeye değer bir yer. Biraz daha kuzeye gidildikçe Türkiye’de ki Efes antik şehrine benzeyen Salamis antik kenti bulunmaktadır. MÖ 11. yüzyıla ait olduğu söylenen kent oldukça büyük. O döneme ait yaşam alanlarını gün ışığına çıkarmışlar ve günümüze kadar korumuşlar. Yürüyüş yollarından, tiyatrosuna, hamamından, meydanına, hipodromuna kadar birçok yapı halen durmaktadır.

İskele: Salamis harabelerinden daha da kuzeye giderseniz İskele’ye ulaşırsınız. Genelde burası adanın ucu olarak bilinir. Bu uç yaklaşık 80 km uzunluğundadır ve ucuna doğru gittikçe küçülür. Karpaz da denilen bu alanda bol miktarda manastır ve kilise bulunur. Ayrıca buranın coğrafyası hiç bozulmamıştı. Küçük pansiyonları, butik otelleri doğaya zarar verilmeden doğal olarak yapılmıştı. Burada üç yer gezilmeden dönülmemesi gereken yerdir. Birincisi uca doğru ince kumuyla uçsuz bucaksız önümüze uzanan Altınkum plajıdır. Caretta carettaların gözde yumurtlama alanı olan plaj yaz aylarında oldukça turist çeken bir plajdır. Karpaz’da Altınkum plajı geçince koruma alanına girersiniz. Orada adanın meşhur eşekleri arabanızı durdurur sizi karşılar.

Karpaz, Rumlar için kutsal bir yer olarak sayılır. Zaten nüfus olarak oldukça Rumlar çoğunlukta yaşar ve ziyarete gelir. En önemli uğrak yerleri Apostolos Andreas Manastırı’dır. Burası ibadete açık bir yerdir. Her pazar ayinler yapılır. Manastırdan yaklaşık beş yüz metre ilerde en uç noktaya yani zafer burnuna vardır. Zafer burnu Türkiye – Suriye – Lübnan üçgeninin tam ortasında kalır.

Güzelyurt: Adanın en mütevazı ve en yeşil ilçesi olan Güzelyurt, çok turist çeken bir yer değildir. Burası narenciyesi ile ün yapmış bir yerdir. Uçsuz bucaksız portakal, limon ve mandalina ağaçları Güzelyurt’u adanın en yeşil yeri yapmış. Vuni harabeleri, Aziz Mamas kilisesi Soli antik kenti ve arkeoloji müzesi gezilmesi geren yerler arasındadır.

Adanın bir ucundan diğer ucuna uzanan Beş parmak dağlarının zirvesinde 3 büyük kale var. Adanın stratejik konumunun öneminden dolayı medeniyetler çevreyi daha iyi görüp savunmayı güçlü tutmak için sağlam ve büyük kaleler yapmışlar. Bunlardan en güzel Girne – Lefkoşa arasında St Hilarion kalesi, zirvede ki kafesi ile mumyadan yapılan canlandırma ile turistlerin büyük ilgisini çekiyor. Biraz daha doğuya gidildikçe Lefkoşa ile Girne arasındaki Bufavento kalesi ile karşılaşırız. Bu kalede araç otoparkı ile kale arasına yürüyüş mesafesi biraz fazladır. O yüzden yürümeyi sevmeyenler için bu kaleyi önermiyorum. Beş parmak dağlarının en doğusunda ise Kantara kalesi yer almakta. Kantara kalesi diğer kalelere nazaran biraz daha yüksekte kalır. Kalenin en tepesine çıkıp çevreyi seyretmek atmosferden dünyaya bakıyormuş izlenimi vermektedir. Bir de bu kalenin bulunduğu çevrenin zeytinyağı pekmezi ve balı çok meşhurdur.


Kıbrıs’ta eğlence hayatı deyince, ilk akla gelen adanın her yerine yayılmış ve dünya çapında ününü gitgide arttıran gösterişli Casinolar yer alır. Özellikle Lefkoşa, Girne ve Mağusa’da sayıları ve gösterişleri iyice artıyor. Casinolarda yüksek miktarlarda paralarla canlı oynanabileceği gibi makinada düşük miktarlarda paralarda oynamak mümkün. Öğün yemeklerinden, alkollü içkiye, pastalardan çerezlere kadar yemek istediğiniz her türlü şey Casinolarda ücretsiz.

Yaz aylarında havaların ısınmasıyla eğlence açık mekânlara, gündüzleri plajlara ve festivallere geceleri ise açık hava diskolarına ve açık hava konser alanlarına taşınıyor. Özellikle Girne’deki plajlar yaz aylarında hem serinleyebileceğiniz hem de eğlenebileceğiniz yerler. Festivaller ise bahar aylarında adanın dört bir yanında değişik tarihlerde başlıyor. Yıl boyunca tüm adada 100’e yakın festival düzenleniyor. Kıbrıs’a gelmeden önce yerel festivalleri internetten araştırmanızı tavsiye ederim.

Yaz akşamları ise özellikle Girne ve Mağusa’daki açık hava diskoları çılgın eğlencelere sahne oluyor. Biraz daha sakin akşam eğlencesi isteyenler de açık hava konser alanlarında konserlere gidebilirler. En güzel konser alanlarından bir kaçı; Mağudaki Salamis antik tiyatrosu, Girne’de ki açık hava tiyatrosu ve Girne’deki otellerin özel konser alanları.

Kıbrıs’ın çok fazla ön plana çıkmayan ama oldukça popüler olan gece eğlencelerinden biri de gece kulüpleri. Striptiz kulüpleri de denilen kulüpler, başta Lefkoşa ve Lapta bölgesi olmak üzere adanın her yerine bulunuyor.

Kıbrıs’ta mutfağı oldukça zengindir. En ünlü yemekleri özel bir ocakta saatlerce pişen küp kebabıdır. Küp kebabını adanın her yerinde kolayca bulabilirsiniz. Kıbrıs’ta tatmanız gereken bir diğer tat ise Kıbrıs peyniri de denilen Hellim peyniri. Adada az kalan hayvancılıktan yapılan yegane ürün olan hellim peyniri adanın başlıca geçim kaynağı. her çeşit halinin yendiği hellimin en yaygın pişirme şekli mangalda yapılanı.
Kıbrıs’ın özellikle otlardan yapılan ev yemeklerinin çeşidi neredeyse sınırsız. Eğer bulabilirseniz, Kıbrıs mutfağı içerikli bir restorana girip hepsinden azar azar denemenizi tavsiye ederim.
Yemek konusunda Kıbrıs’ın en popüler mekanları meyhaneleridir. Kıbrıs’ta yapılması gereken şeylerin başında bir akşam yemeğini bir meyhanede yemektir. Kadınlı, erkekli, genç yaşlı bütün Kıbrıs’lıların sıklıkla gittiği meyhanelerde tam bir yemek şöleni düzenlenir. Fix olarak gelen yemekler, onlarca çeşit meze, ara sıcaklar, kebab çeşitleri, meyve ve tatlılar ile bir oturuşta üç günlük yemek ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. Gelen mezeler tamamıyla yerel mezelerden oluşur ve gelen kebabların arasında bizdekilerden farklı meşhur şeftali kebabı da gelir. Bu arada gelen mezeler arasında en ilginçlerinden biri de Garagullidir (salyangoz). İlk duyuşta biraz farklı gelse de yemeden karar vermeyin.
Kıbrıs’ın doğası, doğa hayranları için keşfedilmeyi bekleyen bir hazine. Yılın 300 günü güneşli geçen ve benzersiz Akdeniz iklimine hâkim olan ada, faunasındaki çeşitliliği ve endemik bitki örtüsü ile oldukça Canlı ve özel bir yer. Özellikle ilkbaharda adanın bir ucundan diğer ucuna uzanan Beşparmak dağları boyunca yürüyüş parkurlarında doğa ile bütünleşebilir, doğanın bütün renklerini görebilirsiniz. ( http://www.cyprus-trekking.com/parkurlar.html ) Şansınız varsa bu yürüyüşlerde dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz 19 endemik bitki türü ve 32 yabani orkide türü ile karşılaşırsınız. Bu türler koruma altına alınmıştır. Bu kadar zengin bitki örtüsü dışında Dipkarpaz milli parkı ve hemen girişinde, ince kumdan oluşan Altınkum plajı görülmeye değer.
Kıbrıs’ın tarihi 10 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Tarihin bu kadar eski çağlara kadar uzamasındaki sebep şüphesiz kıtalar arasında yer almasından dolayı stratejik, dini ve ticari açıdan önemli bir yerde bulunması. Neolitik dönemden başlayan yaşamdan günümüze kadar Fenikeliler, Asurlular, Mısırlılar, Ptolomeler, Persler, Helenler, Venedikliler, Osmanlılar ve İngilizler adada hüküm sürmüş. Bu kadar zengin bir uygarlık yaşanmışlığından dolayı birçok tarihi kiliseyi camiyi, tiyatroyu, hanları, hamamları günümüze kadar korunmuş. Tarihte yolculuğa çıkmak isteyenler, ülkenin dört bir yanına yayılmış tarihi incelemek için oldukça vakit ayırmaları gerekiyor.