Kimi zaman bir fotoğraf yıllar öncesine götürür insanı, o fotoğraf karesini iliklerine kadar tekrar yaşatır. Kimi zaman bir söz sarf edildiği en özel ana götürür, sözü sarf eden kişinin karşısına amansızca atıverir. Kimi zaman da gözle görülmez bir rüzgâr insanı alır uzaklara, hiçbir alakası olmayan bir yere savurur. Hele bir de seviyorsa uzakları ve rüzgârın götürdüğü bilinmezlere karşı mehili varsa, o zaman rüzgârın savurması daha hoyrat ve daha heyecanlı olur. Tıpkı beni Akdeniz’in kıyısından Kafkasların zirvesine savurup atan o rüzgâr gibi.
Uçak korkusundan ve ya uçağın pahalı olmasından dolayı uçakla gitmek istemeyen ya da otobüs yolculuğunu seven kişiler için Türkiye’nin dört bir köşesinden Gürcistan’ın dört bir köşesine hiç durmadan otobüs seferleri düzenleniyor. Kuzenim Doğan ve ben her iki sebepten dolayı ile 34 saatlik Tiflis yolculuğu için 100tl’ye otobüs biletlerimizi aldık. Elimizde koca bir Gürcistan haritası ile boydan boya ülkeyi fethetmek niyetimiz.
Otobüs ile yolculuk bir ülkeyi en iyi yaşamanın yollarından biri olduğunu düşünüyorum. Süslü püslü şehirlerin, göstermelik süslenmiş şehir ve havaalanı arasındaki yolun arkasında ülkenin gerçek havasını solumak bence o ülkeyi anlamanın en güzel yolu. Neredeyse çoğu ülkenin çoğu uluslararası havaalanları aynı formata sokulup standartlaştırılsa da günümüzde hala otogarlar bulundukları ülkenin kendine has özelliklerinin ipuçlarını vermeye devam ediyor.

70 bin km2 yüzölçümü ile Türkiye’nin 11 katı kadar küçük ve 4.4milyon nüfusu ile Türkiye’den 17 kat küçük Gürcistan, Karadeniz’e komşu olduğundan dolayı coğrafi olarak Doğu Karadeniz bölgesine çok benziyor. Tabi Batum’dan geçip içlerine doğru ilerledikçe çok farklı bir hal alıyor. Batum – Tiflis arası kara yolu oldukça işlek bir yol. Kendilerini bizim gibi Avrupa ile Asya arasında bir köprü olarak kabul etmelerinin, yabana atılmayacak kadar gerçeklik payı var. Zira yüzyıllar öncesinde kültürün, ticaretin ve insana dair ne varsa hepsinin taşındığı ipek yolunun bu yoldan geçtiği söyleniyor. Günümüzde yolun pekiyi olmamasına rağmen Azerbaycan ve Türkiye arasında aynı önemini koruyan bu yol aynı zamanda da yol boyu takip eden manzara insanı büyülüyor.

Gürcistan’a otobüsle gitmenin en kötü yanı şüphesiz Sarp sınır kapısından geçmektir. Halen daha bavul ticareti yapan orta yaş üzeri Gürcü kadınların kesinlikle sıraya girme bilincinin olmaması, üstünüzden geçmeye çalışırcasına size sürtünmeleri ve durmadan iteklemeleri sınırda bayağı zor anlar yaşatıyor. Bu durum Türk sınırını geçip Gürcü sınırına geçince daha da dayanılmaz bir hal alıyor. En sonunda dayanamayıp kızsanız bile sadece yüzünüze bakıp gülüyorlar ama bir adım geri atmıyorlar.

Farklı coğrafyaları bir bir arkanızda bırakıp, yolculuğun sonuna geldiğinizde, Tiflis’i ikiye bölen Kura (Mtkvari) nehrinin yanına yanaşıp, ışıl ışıl Tiflis sokaklarında ilerlerken bir masal şehrine girmenin huşuluğu içinde her şeyi unutuyorsunuz. Tiflis’te o kadar şeyi anlatmak kolay olsa da Tiflis’e girdiğinizde hissedilen o kendine özgü anlatılmaz hissi yazmak, anlatmak imkânsız. 34 saatlik yolculuğun sonun da yorgunluk çökmesi gerekirken, sokaklarında gezmenin heyecanı ile hiçbir yorgunluk hissetmemek çok enteresan geliyor insana.

Milattan sonra 5. Yüzyıla kadar uzanır Tiflis’in tarihi. Bir rivayete göre Kral Vakhtang Gorgasal avlanmak için yollara düştüğünde bir kuş görür ve kendi kuşunu onu takip etmesi için peşinden yollar. Saatler geçer kuşlardan hiçbir ses çıkmaz daha sonra Kralın adamları kuşları aramaya çıkar uzun uğraşlar sonucu kuşları sıcak bir su birikintisinin yanında bulurlar. Krala haber verirler. Kral hemen gelir ve her tarafı ağaçlarla çevrili, rengini o bölgede bulunan kükürtten alan büyük kayaların ve yanından geçen nehrin ayrı bir güzellik kattığı bu manzaraya hayran kalır. Hemen orada bir şehir kurulması emrini verir. Adını da sıcak anlamına gelen “Tibili” kelimesinden dolayı “Tibilisi” adını verir.
Rivayet ne kadar doğru ya da yanlış bilinmez ama Tiflis’in aynı güzelliğini koruduğu kesin. Dev kayalıkları, ağaçları ve o kendine has rengi belki de insanı kendine hayran bırakan en önemli özelliği.


Iraklı Kürt bir taksicinin bizi kazıklaması bile Tiflis’te güzel bir başlangıç yapmamızı engellemedi. Normalde saat farkı bir olmasına rağmen Gürcistan’ın saatleri bir saat geriye almamasından dolayı iki saat farkı ile saat dokuz gibi Tiflis’in üç otogarından birine indik. Gürcistan’ın çoğu şehrinde olduğu gibi Tiflis’te de Üç tane Otogar var. Türkiye ve diğer Ülkelerden gelen Otobüslerin durduğu Uluslararası otogar olan Ortachala central otogarı, ulusal olan Didube ve Samgori otogarları. Biz de Ortachala otogara indiğimizde geç saat olmasından dolayı, haritadan bulduğumuz hostele bir taksi ile gitmek istedik. Taksici başta 20 lari demesine rağmen biz, pazarlıkla 15 lariye indirip, 5Lariyi kar saysak da hostel çalışanının bize o mesafenin anca 5 lari ettiğini söylemesiyle 10lari kazıklandığımızı anladık.



Kaldığımız Hostel tam Tiflis’in meydanında yer alan Özgürlük Meydanı ile Old Tibilisi dedikleri eski Tiflis’in hemen yanından aşağı inen Pushkin 10 caddesi üzerindeki Hostel Pushkin 10. Yeni açılmış olan bu hostel oldukça rahat ve güzel dizayn edilmiş. Hem de çalışanlar çok sıcakkanlı. Her şeye bir de 20 larilik bir fiyat eklenince bizim için mükemmel bir yer oluyor.

Vakit kaybetmeden çantaları hostele bırakıp kendimizi Eski Tiflis sokaklarına attık. Gürcistan’ın hemen her yerinde fark edilen eski ile yeninin çatışmasını Eski Tiflis’te en uç noktalarını görmek mümkün. Tiflis’in ilk yerleşim yeri olmasına rağmen binaların çoğu korunmuş. Eski dokusuna zarar verilmeden yapılan restorasyon insanı rahatsız etmiyor. Bu restorasyon yapılan tarihi binaların içinde son derece modern discoların, kafelerin ve barların oluşu, eski yeni çatışmasının aslında ne kadar uyumlu olduğunun bir göstergesi. Yüzölçümü olarak büyük olan Eski Tiflis’in içinde pahalı dükkânlar, terk edilmiş evler, salaş restoranlar, modern restoranlar, tarihi ibadet yerleri, lüks casinolar, discolar, barlar, hediyelik eşya dükkânları hepsi iç içe geçmiş.
Biz de barların diskoların çoğunlukta olduğu barlar sokağında uzun yolcuğun yorgunluğunu attık. Sezon dışı olduğu için oldukça boş olmasına rağmen hala çoğu mekân açık ve hepsinden son ses müzik geliyordu.

Eski Tiflis’ten çıkıp özgürlük meydanına geldiğimizde gecenin o saatinde açık olan bir Gürcü restoranı karşımıza çıktı. Restoranın içi koca barlar sokağından daha kalabalıktı. Akşam eğlenceden dönen gençlerin, bizim de yaptığımız gibi, eve gitmeden bir şeyler atıştırmak için gelmiş. Biz de bir şeyler atıştırmak için benim Gürcü mutfağında en sevdiğim yemeklerden biri olan Khinkali’den yedik. Gürcü mutfağının vazgeçilmezlerinin başında şarap, hamur ve peynir var. Ayrıca bizim Karadeniz mutfağında ki gibi çok miktarda yağ kullanıyorlar. Hamur işi çeşitlerinden o kadar çok çeşit var ki hepsini tatmaya mide kaldırmaz. O gün akşam yediğimiz Khinkali bizdeki mantının büyük olanı. Avuç içi büyüklüğünde hamurun içine malzemesini koyup ucunu büküyorlar. Orjinalinde içinde et oluyor ama zamanla peynirli, mantarlı, balıklı gibi her çeşit yiyecek koymaya başlamışlar. Biz çatalla biraz uğraşsak da yan masalardan nasıl yeneceğini öğrendik. Meğer o burgulu kısım mantının tutacağıymış. O kısmı yemiyorlar ellerine alıp kenarları yedikten sonra tutacak kısmı kalıyor.


Gürcüler şehir ışıklandırmasına çok önem veriyorlar. Sokak lambalarının tümü sapsarı ve bol miktarda sokak lambası var. Bütün tarihi mekânlara attan sarı ışıkla aydınlatıyorlar. Bütün heykeller akşam karanlığında ışıl ışıl parlıyor. Görsel güzellik için harcanılan bu kadar elektrik tartışma konusu olsa da şehre büyülü bir hava kattığını itiraf etmem lazım.