Barselona 2

Barselona için masal şehir demiştim ilk gün için yazdığım yazıda. Nedir ki masal? Ne önemi vardır? Niçin önemlidir? Kim fark ettirmiştir bana önemini? Masal yalnız çocuklar için değil midir?

Açık konuşmam gerekirse, masalların önemi hakkında düşünmemiştim hiç. Neden önemli olabilirdi ki küçüklüğümde, büyüklerden duyduğum bu şeyler? Bir gün yakın dostum Hülya dedi ki Duygu masalların dünyasına dönmeliyiz. Masalların dünyasına dönmek… Nasıl olurdu ki bu? Çocukluğuma dönmek isteyip dönememek değil miydi bu? Ve nereden çıkmıştı?

Ntv radyoda Judith Liberman’ın sunduğu “Masal Bu Ya” programını dinlemiş Hülya. Ve büyüsüne kapılmış büyüklere masalların. Bana da dinletti. Ve konuşmaya başladık masallar üzerine. Neden önemliydi masallar? Korkutmaz mıydı bizi? Ya da boş yere mutlu etmez miydi gerçek olmayan şeyler? Canavarlar mı vardı ki dünyamızda? Ya da şekerden yapılmış evler? Neden önemliydi ki bu kadar. Önemliydi işte. Önemliydi çünkü o küçücük dünyamızda şimdiki yaşam mücadelesini nasıl vereceğimizin tahayyülünü sağlayacak başkaca bir araç yoktu. Olamazdı da…Hayatın gerçekliğini kavrayamazdık. Acısını tadamazdık ki. Bizi hazırladı hayata masallar. Usul usul,tatlı tatlı. Bazen acıttı canımızı. Hayal ettik kahramanın acısını. Hayal ettik mutluluğu, zaferi, öfkeyi. Yenmek de vardı yenilmek de işin ucunda. Bunu küçükken gösterdi bize. Budur dedi yaşam. Mücadeledir.Tatlıdır da…Ama sonu kötü de bitebilir. Yani her zaman her şey müthiş kahramanlıklarla sonlanmayabilir. O yüzdendir güzelliği masalların. Nasıl masaldır ki onlar aynı zamanda gerçekliği barındırır. Mücadele gücü verir bize. Gayret ettirir. Yaşa der. Bütün olumsuzluklara rağmen yaşa. O yüzden önemlidir masallar. Anlatılmalıdır, dinlenmelidir bol bol.

İşte bu nedenle sevdim sanırım Barselona’yı. Masalsı yanları olduğundan. Masal dinler gibi baktırdığından sanat eserlerine… Aynı şekilde bakıyorsak ne mutlu bize:)

Dönelim ikinci günümüze;

İkinci günümüz; Plaça Espanya, Ulusal saray, MNAC(Katalunya Ulusal Sanat Müzesi), Joan Miro Müzesi, Poble Espanyol, Picasso Müzesi, Nou Camp, Gotik Mahalle arasında geçti.

Günlerden Pazar. Hava İstanbul’da ki havayı kıyas alacaksam çok çok güzeldi. Bu gün İspanya Bulvarı’na gidiyoruz. Bulvarda önceleri boğa güreşlerinin yapıldığını duyduğum ne mutlu ki  güreşlerin Barselona’da yasaklanmış olmasından şuan alışveriş merkezine dönüştürülmüş. (alışveriş merkezine dönüştürülme kısmına ne mutlu ki diyemeyeceğim) Arena’ya giriyoruz. Arenanın en tepesine çıktığınızda terasta güzel bir manzara karşılıyor sizi. Montjuic Tepesi, Museu Nacional D’Art de Catalunya (MNAC) karşınıza çıkıyor. Buraya çıkmak için başka bir yol da arenanın önündeki asansör. Ancak bu  hizmet 1 Euro karşılığı. Ücretsiz manzara için arenanın içerisinden en üst kata çıkmanız yeterli.

IMG_8202
Arena.
IMG_8320
Arenanın üst katından görünen Ulusal saray, MNAC.

Buradan çıkıp arenanın karşısındaki iki kulenin bulunduğu yoldan Ulusal Saray’a doğru yürüyoruz. Ulusal Sarayın önünde Magic Fountain (La Font Magica) sihirli su gösterilerinin olduğu havuz mevcut. Ama gittiğimiz ay bakımda olduğundan biz izleyemedik. İzlemek isterseniz internet sitesinden gün ve saatlerine bakabilirsiniz. Zamanımız olmadığından MNAC’ı gezmedik.

IMG_8235
Ulusal Saray, Magic Fountain.

Oradan otobüse binip Joan Miro müzesine gittik. Bilet sırası yoktu. Hemen girebildik. Giriş ücreti 11 Euro. Müzede fotoğraf çekmek yasak.

Joan Miro 1893  Barselona doğumlu Katalan ressam ve heykeltıraş. Bir köşe yazısında Joan Miro’yu tanımlarken “hem soyut hem figürcü, hem sürrealist hem değil, biraz dışavurumcu… Ama hepsinin ötesinde kendisi gibi bir ressam” denmiş. Müzede dikkatimi çeken; Joan Miro yapıtları kocaman halılar.

IMG_8246

IMG_8245
Joan Miro Müzesi’nin girişinde bir eser

Buradan çıkıp tekrar otobüse binip Poble Espanyol’e (İspanyol Köyü) gidiyoruz. Poble Espanyol 1929 Evrensel Sergisi’nde ülkedeki ünlü binaların ve caddelerin küçük ölçekli replikalarıyla oluşturulmuş. Köyde tüm İspanya’daki 117 ünlü ve özel binanın kopyasından oluşmakta olan bu evler zamanın ünlü mimar ve sanatçıları tarafından yapılmış.

Biz gittiğimizde günlerden Pazar olmasından kaynaklı sanırım kermes ve kostümlü  bir festival vardı. Büyük küçük herkes kostümler giymiş mini bir bando eşliğinde eğleniyorlardı. Büyük küçük herkesin yüzünde gülümseme vardı. Neden bu kostümlerin içindeyiz, insanlar ne düşünür demiyorlardı eğlenirken. En azından bana hissettirdikleri bu oldu:)

Kermeste Barış Katalanlara özgü mangalda pişirilmiş sosis ekmek yedi. Ben de hemen yan tezgahtan tarta benzer yine Katalanlara özgü bir tatlı aldım. İngilizceyi birkaç kelimeden ibaret bilseler de beden dili tüm güzelliğiyle giriyor devreye. Dil değil insanları bağlayan ve bir arada tutan diyorsunuz. Hisler… İnsan olmanın, canlı olmanın ve senin gibi olmayanı sevmenin, saygı duymanın getirisi olan hisler. İşte bu hisler bağlıyor bizi bize. Bir insanı bir hayvana, bir insanı doğaya ve bir insanı diğer insana bağlayan yalnızca bu hisler…

Köyde geleneksel ürünler satan dükkanlar var Ancak merkezdeki bir marketten daha uyguna bulabiliyorsunuz benzer ürünleri. Yine köyde cam ve çeşitli sanatlar yapan yerler var. Zamanınız varsa gitmenizi tavsiye ederim.

IMG_8258
Poble Espanyol

IMG_8264

IMG_8268

IMG_8292

Plaça Espanya’ya dönüyoruz tekrar. Buradan metro ile Picaso müzesine gidiyoruz.

IMG_8313

Picasso Müzesine giden sokak en sevdiklerimden. Eski ama yaşanmışlıkların olduğu sağlı sollu binalar eşlik ediyor. Sakin…Huzur kokuyor… Yaşanmışlıkların verdiği huzur. Yaşanmış olduğunu bilmenin verdiği huzur ama neler yaşandığının bilinmezliğini taşıyan gizem. İşte bu his belki içine çeken ve sevdiren beni  oraya.

IMG_8353
Picasso Müzesi’ne giden sokak…
IMG_8346
Yaşayan evlerden…

IMG_8350

Picasso müzesine ulaşınca uzun bir kuyruk görüyoruz. Kuyruk sonunda bilet aldığımız kişi ücretsiz olduğunu ve bu kuyruğun bu nedenle çok olduğunu söylüyor. Her ayın ikinci haftası Pazar günü öğleden sonra ücretsizmiş. Bileti aldıktan sonra kalabalıktan ötürü bekleyeceğimizden yemek yemek üzere araştırmalarım sonucu tapaslarının iyi olduğunu okuduğum, müzenin hemen yukarısında bulunan El Xampanyette adlı mekana gittik.Tapaslar kürdanla veriliyor. Ve yediğiniz tapas miktarına göre kürdanlar sayılıyor, ona göre hesap ödüyorsunuz.1 tapas 1,90Euro. Biz yanında bir sürahi Sangria da söyledik. Diğer yerlere göre fiyatı uygun ve güzeldi tapaslar.

IMG_8359 IMG_8356

Müzeye dönüp Picasso’nun tablolarına bakmaya koyulduk. Picasso’nun Barselona’daki tabloları genel olarak  çocukluk ve mavi dönemini kapsıyor. Picasso’nun Picasso olmasını başlangıcından itibaren gözlemliyorsunuz. Picasso 1881 yılında doğuyor Malaga’da. Picasso aslında Pablo Ruiz Picasso. Ama sonradan sadece annesinin soy ismi olan Picasso’yu kullanıyor. Babası da bir ressam ve resim öğretmeni. Sanatçının Paris deneyimi gelişiminin yönününü belirlese de  akademik resimden modern sanata geçişin Barselona’da olduğu söylenir. Barselona’da bulunan kafe  Els 4 Gats’de  art nouveau hareketinin etkisindeki bohem sanatçılara katılmış ve ilk kişisel sergisi burada gerçekleşmiştir. Gelelim mavi dönem tablolarına… Bu dönem tablolarında hüzün, karamsarlık, acı, yalnızlık hakimdir. Tablolara konu olanlar mutsuz ve umutsuz insanlar, yalnız ve yoksul kadınlar, dilencilerdir. Bunun nedenini ise Picasso’nun yakın arkadaşı Casagemas’ın  mutsuz bir aşk hikayesi sonucu intiharı olduğu söylenir ki bir seferinde Picasso “Mavi resimlere, Casagemas’ın anısına başladım” demiştir.

IMG_8367
Picasso Müzesi’nin avlusu

Eveet Picasso’yu kendimce tanımaya başlamam böyledir. Bundan sonraki Picasso durağım Paris Picasso Müzesi oldu. Onu da kısmet olursa Paris yazımda detaylı anlatırım.

Müzeden çıkınca metro durağının bulunduğu caddeden sağ tarafa doğru ilerlediğinizde Nostrum diye bir yer göreceksiniz. Ben oradan Barselona’ya özgü olduğunu okuduğum churros ve sıcak çikolata alıyorum. Churros ince, uzun kızartılmış hamur çubukları. Üstüne de şeker serpiliyor. Sıcak sıcak hazırlıyorlar ve sıcak çikolata ile yeniyor. Uyum müthiş.

IMG_9064

Buradan sonrası benim için dahi hüsranla sonuçlanmış bir günün anlatımı olacaktır.

Buradan Barış’ın Barselona hayallerini süsleyen ve kalbinin heyecanla çarpmasına sebep olan Barça maçını izlemeye gidiyoruz. Biletlerimizi gelmeden önce almıştı Barış. Yazının başında dediğim gibi futbola ilgim yok ve sevgim de yok bu yüzden. Ama maçı beraber izleyeceğiz diye plan yaptık. Organizasyon Barış’tan. Metro’ya bindik. Maç 19:00’da. Biz 18:00’da metrodayız. Erken gidiyoruz ki sıraya girelim. Metro boş. Sanıyoruz taraftarlar daha da erken gittiler. Bir taraftar var sadece ve yanında da yaşı büyük bir bayan. Neyse onların peşine takılalım diyoruz. Peşlerinden stada doğru yürüyoruz. Ama hiçbir hareketlilik yok stat dışında. Önden giden çocuğu durdurup giriş nereden diye soruyoruz. Anlamıyor. Stadı gösterip biz maça gelmiştik diyoruz. Şaşırmış gözlerle bakıyor bize. Finish finish diyor. Olur mu diyoruz yanlışın var, (bunlar Türkçe ve beden diliyle tabi) bak bilete diye uzatıyoruz çocuğa. Bu maç 19:00’da diyoruz. No, no finish diyor ısrarla. Eliyle maçın saat  17:00’de olduğunu gösteriyor. Çocuk bize gülse mi halimize üzülse mi bilemediği ya da bizim bilemeyeceğimiz bir yüz ifadesiyle uzaklaşıyor. Maçımız çoktan başlamış ve bitmek üzere, son dakikaları… Ve sahnede Barış:) Üzüntü, hayal kırıklığı, pişmanlık, mahcupluk bütün hisler birbirine girmiş. En çok da öfke. Maçı 19:00’da sanmanın öfkesi. Kafasından maçın saatini uydurmanın öfkesi. Ben mi? Ben de şaşkınlık ve sinir bir arada. Evet sevmiyorum futbolu  ama sevebilirdim belki:) Sevme ihtimalim de gitti, yok oldu. “Ya”dedim. “Sen nasıl bakmazsın maçın saatine?”. Dediğim anda da sustum. Sus dedim öfkeli. Kendisine öfkeli. Senin duyduğundan daha büyük bir öfke bu. Teselliye başvurdum hemen. Boş ver dedim yine geliriz izlemeye. Söz veriyorum geliriz. Sırf senin için. Tabi nafileydi bu sözler. Şimdi çok gülüyoruz olana. Ah diyoruz izlesek maçı bu kadar büyük yer etmezdi bizde. Bu kadar gülmezdik. Ne mutlu ki bir anımız daha var birlikte yaşadığımız.

IMG_8377

Buradan tatlı yiyip tatlı bir ruh haline bürünelim umuduyla La rambla’da bulunan meşhur ve Barselona’nın en eski pastanelerinden olan Antigua Casa Figueras’a götürdüm. Cebren götürdüm. Çünkü otelden başka yere gitme niyeti yoktu. Neyse Barış kahve söyledi, ben değişik bir Çin çayı ile Crem Catalan söyledim(Katalanların yöresel tatlısı tadı krem karamel gibi). Barış’ın morali yerine gelir derken bir yıkım daha yaşadı masamızın yanı başındaki duvarla kurduğu göz teması ile. Bir baktım ki Barça futbolcularının fotolarıyla dolu duvar. Ah bizim talihimize. Unutturmuyorlardı ve  yapacak bir şey yoktu:)

IMG_8382 IMG_8386

Neyse bütün bu kötü ruh halimizi üstümüzden atalım diye kendimizi Barri Gotic sokaklarına bıraktık. Gotik mahalle bizi tazeler, ruhumuza iyi gelir dedik. Nitekim öyle de oldu. O ruh ki sarıp sarmalıyor sizi. İçine çekiyor. Yaşatıyor… Mutluluk böyle bir şey. Sokakta opera söyleyen sanatçıya rast gelmek mutluluk. Bir başka sokakta, bir başka sanatçıya. Yaşanmışlığın, tarihin, eskinin, sanatın mutluluğu. Yine sanata ve sanatçıya değerin örneği karşılıyor bizi. George Orwell bulvarı. İşte mutlu olmak için bir sebep daha….

IMG_8403
Sokak arası opera…
IMG_8395
Meşhur İspanyol yelpazeleri…

IMG_8413

Ve bu kadar üzüntü ve mutluluk bir arada olunca insan acıkıyor ister istemez:) Yemek yemek de benim mutlu olmam için bir diğer unsur. La rambla da Wok to Walk isimli Uzakdoğu yemeklerini fast food tarzı yapan bir mekan var. Biz noodle alıp yedik. Fena değildi. Daha iyilerini yemiştim hatta bizzat yapmıştım:)

IMG_8427 IMG_8423

Dönelim artık biz otelimize. Bu kadar gezme ve duygu yoğunluğu yordu bizi:)

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s