Gerde kaldığım ilk gece biraz yadırgasam da güzel uyudum. Sabaha doğru sobanın sönmesi ile gerin içi bayağı bir soğudu. Sabah uyandım baktım güneş yeni doğuyor. Çıktım fotoğrafını çekmeye. Daha sonra saat 10’a kadar uyudum.


Uyandığımda ilk işim guesthouse’un yakınındaki Erdenezuu Tapınağa gitmek oldu. Ovanın içinden ineklerin arasından yürüyerek tapınağa gittim.



Erdenezuu tapınağı 1500’lü yıllarda küçük bir tapınak olarak yapılmış. Daha sonra dönem dönem yapılan eklemelerle Moğolistan’ın en büyük tapınakları arasına girmiş. Bunda da diğer tapınaklar gibi küçük büyük birçok bina var. Her figür ayrı bir şeyi anlatıyor. Ben o kadar detaya girmeyeceğim. Oradan hemen dibindeki Karakurum müzesine gittim. Karakurum’un genelinde benim gusethouse’da olduğu gibi internet sıkıntısı var. Müzenin kafesinde hızlı bir internet buldum. Ve müzeyi gezmek yerine yazılarımı yayınladım. Müzeyi gezmek için daha çok vaktim olacak nasıl olsa.



Saat 12yi bulmuştu. Artık sabırsızlanmaya başladım. Orhun yazıtlarını görmek istiyorum. Tam guesthouse’a giderken bir taksiciyle konuştum. 30000 tögröge anlaştık. ( hatırlatma 1TL= 832 Tögrög)

Düştük Türk Müzesinin yollarına. Bu arada burada Orhun yazıtlarının sergilendiği müzeye Türk Müzesi diyorlar. Müzenin yollarını Türkiye’nin son dönem hükümeti yaptırmış. Aklıma bir deyim geldi. Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterirmiş. Neyse yol gerçekten güzel olmuş. Belki Moğolistan’ın en güzel yoludur. 46 km cetvelle çizilmiş gibi yolu gittik. Müzeye geldik. Gezi boyunca, gelmeyi sabırsızlıkla beklediğim, yaklaştıkça heyecanlandığım yerlerden biri Orhun yazıtları.



Müzeye giriş 5000 tögrög, fotoğraf bileti de 5000 tögrög. Bu sefer hiç düşünmeden fotoğraf bileti de aldım. Doya doya fotoğraf çektirecektim. Müze, yazıtlar daha fazla hava koşullarından zarar görmesin diye yaptırılmış. Fakat şunu da belirtmekte fayda var,Tonyukuk anıtı hala açıkta bulunduğu yere duruyor.
Müzeye girişte sağda solda fotoğraflar yer alıyor. Oradan geçip büyük bir hole giriyorsunuz. İşte o holün sağında iki yazıt da sizi büyülemek için bekliyor. Solda Bilge Kağan yazıtı, sağda Kültigin yazıtı.





Orhun yazıtları kısaca şöyle; Türklerin ilk yazılı tarihi olan, Göktürk yazıtları da denen Orhun yazıtları, Türklerin ilk bilinen alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından 700’lü yılların başlarında dikilmiştir. Tarihte ilk defa resmi olarak, Türkçe “Türk” kelimesi bu taşlara yazılmıştır.


Orhun yazıtları üç tanedir. Bilge Kağan yazıtı, Kültigin yazıtı ve Tonyukuk yazıtı.
Bilge Kağan ve Kültigin yazıtları Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’a 400 km uzaklıktaki Orhun Vadisinde Karakurum şehrine 45 km uzaklıkta bulunuyor. Bilge Kağan yazıtı 735 yılında oğlu Tengri Kağan tarafından, Kültigin Yazıtı 731 yılında Bilge Kağan tarafından diktirilir. Yazıtlarda genel olarak, Türklerin devlet sistemini, yaşamını, komşuları ile arasındaki ilişkilerini, siyasi sorunlarını, savaş taktiklerini ve gelecek kuşaklara tavsiyelerini yazıyor. (Tam metin için http://www.gokturkanitlari.appspot.com adresini ziyaret edebilirsiniz)
Tonyukuk yazıtı ise Ulan Batur’a 100 km uzaklıktaki Bayançotko bölgesinde bulunuyor. Tonyukuk yazıtını 732 yılında (kesin tarih tartışma konusu) başkomutanlık ve baş vezirlik yapan Tonyukuk, kendisi diktirir. Bu yazıt da genel olarak diğer yazıtlardaki konular yazılı. Sadece hitap farkı var.
Yazıtların Türkler için bu kadar önemli olmasının nedeni, ilk defa “Türk” isminin Türkçe olarak resmi bir metinde geçmesi ve Türklerle ilgili, Türklerin yazdığı ilk yazılı metin olması. Yazıtlar bulunmadan önce Türkler hakkında bilgiler Moğollar ve Çinlilerin tarihlerinden derme çatma toplanıyordu. İşte bu yazıtlar Türklerin kurduğu uygarlığın, yarattığı medeniyetin ve o dönemde devlet sisteminin, savaş taktiklerinin olduğunu ispatlayan bir kanıtıdır. Yazıtlar Türk tarihine tutulan bir ışıktır.
Atatürk bu ışığı görmüş ve ölmeden önce yıllarca İslamiyet öncesi Türk tarihi hakkında çalışmalar yapmış. Fakat onun ölümünden yaklaşık 15-20 yıl sonra planlı bir şekilde Türk tarihinin sadece İslam ile özellikle Osmanlı ile başladığı algısı yaratılmaya çalışılmıştır. Ve sonuç; hepimizin eğitim hayatımız boyunca gördüğümüz İslam öncesi Türk tarihi, kalın tarih kitabının sadece bir kaç sayfası.
Bu yazıtlar, İnsanın yüzüne, Türklerin tek dininin Müslümanlık olmadığını, Türk tarihinin sadece Osmanlı tarihinden ya da İslam tarihinden ibaret olmadığını, Türklerin genel barbar algısının aksine son derece medeni, uygar bir yaşam sürdüğünü, alfabesinin, devletinin, gelişme planlarının olduğunu ve bunları yüzyıllar önce yaptığını bir tokat vurur.


Yüzyıllarca önce Bilge Kağan’ın dokunduğu taşlara dokunurken ki hissiyatımı kelimelerle anlatamayacağım. Müzede benden başka kimse yoktu. Her açıdan bir sürü fotoğraf çektim. Ayrıca müzede Bilge Kağan’ın tacı ve yazıtların yanlarında bulunan diğer taşlar sergileniyor. Bilge Kağan’ın yazıtına kaide olarak konulan kaplumbağa heykeli müzedeki değerli parçalardan biri. Kaplumbağa eski inanca göre uzun ömrü temsil etmekteymiş.
Müzede bir süre vakit geçirdikten sonra müzenin sağ köşesine ve sol köşesine yaklaşık 1 km uzaklıktaki yazıtların bulunduğu yere yürüdüm. Etrafını duvarlarla kapatmışlar ve yazıtların bulunduğu yere kopyalarını koymuşlar. Dönerken buraların hatırası yerlerden taşlar topladım.
Yaşadığım büyüleyici zamandan sonra beni bekleyen taksiye bindim ve Karakurum’a geri döndük.
Saat 3 gibi Karakurum’a gelince bu gün hiç yemek yemediğim aklıma geldi. Bir restorana girdim. Resimlerle ne yemek istediğimi anlattım. Bu sefer öğle yemeğim at eti ve yanında kımız (kısrak sütünden yapılan içecek). At eti düne göre biraz yağlıydı ama güzeldi. Bu sefer makarnayla servis yapıldı. Kımız Orta Asya’nın en önemli içeceğidir. Kısrak sütünden yapılan kımızda çok az miktarda alkol vardır. Açıkçası kımız çok güzel görünmüyordu sadece tadına bakmak için içecektim. Hepsini içeceğimi hiç tahmin etmiyordum. Ama ilk yudumdan sonra bende tadına şaşırdım. Çok güzeldi. Hepsimi içtim.

Daha sonra sabah es geçtiğim Karakurum müzesini gezdim. Burada Moğolistan’ın bronz çağından itibaren her çağına ait eserler var. Bu müzede de Türk bölümü var.


Saat altı gibi bozkırın ortasından yürüyerek ger kampına geldim.
Karakurum’da gün bununla bitmedi. Kaldığım guesthouse’un sahibinin babası ulusal bir sanatçıymış. Akşam misafirlere mini bir konser verecekmiş. Tabi ki kaçırmadım. Amcanın adı Baasandorj. Konseri bir İtalyan genç ile ben izledik. Amcanın verdiği konser gerçekten inanılmazdı. Her türlü Moğol çalgısını çalgısını çaldı. Benim zaten çok sevdiğim gırtlaktan söylenen şarkılardan söyledi. Aslında ben gırtlak müziğinin Tuva Türklerine ait olduğunu biliyordum. Ama Baasandorj Moğollara ait olduğunu, Tuva Türkleri Moğollardan öğrendiğini söyledi. Karakurum’da kaldığım iki gün, özellikle bu gün gerçekten Moğolistan’da olduğumu hissettim.


Bu gün benim için gerçekten hayatta unutamayacağım bir gün oldu. Eğer siz de bir gün Moğolistan’a gelirseniz. Hiç Ulan Batur’da vakit kaybetmeyin. Direk Karakurum’a gelin. Karakurum’da gerçekten Moğolistan’a geldiğinizi fark ediyorsunuz.
O gece geri dünkü kadar yadırgamadım. Sabah sekiz gibi kalkıp otubüsün kalktığı yere gittim. Otobüs saat 10’da kalkacaktı ama sicilim pek temiz olmadığı için 9’da oraya gittim. Otobüs hareket etti düştük yollara. Bu sefer yolların berbatlığından bahsetmeyeceğim. Manzaranın fotoğraflarını paylaşacağım.




Akşam 6 gibi Ulan Batur’a geldim. Hep değişik yemekle bünyeyi bozmamak lazım. Geçen gün fotosunu paylaştığım Türk restoranına gittim. Bir döner ayranla midem bayram etti. Sonrasında guesthouse’a geldim.
Onur bey, Bir şey dikkatimi çekti, Bilge kağan tacın da sanki taşlar vardı da sökülmüş gibi ?
Tuncay Bey,
Evet görüntü taş varmış gibi ama O dönem hakkında çok fazla belge olmadığı için taclarda taş kullanıp kullanmadıklarını tam olarak bilmiyoruz. Orjinal hali böyle de olabilir.
Onur Bey,
Cevabınız için teşekkürler. Dediğiniz gibi de olabilir. Tac’ın bu güne gelmesi bile güzel bir şey.