27 Eylül akşamı 9 gibi hostelden ayrıldım. Önümde zor bir 24 saat var. Bir gün öncesi bütün gün yoğun bir çabayla bilet aramıştım. En sonunda 1250 tlye internetten bir bilet buldum. Alayım gitsin havasında bileti aldım. Kore aktarmalı Tokyo bileti ama hala içimde bir gariplik var. Başka bir ülkede, başka bir ülkenin uçak biletini başka bir ülkeden almak doğal olarak insana güven vermiyor. Fakat yapacak başka bir şey yok. Gidip acenteden en az 3000tl. Dün yazdığım gibi Seher ve Ece Tokyo biletine yaklaşık 2500 tl verdiler. Ben hayatta vermem 3000tl.
Neyse bileti aldım ama saatleri son derece ters. Şanghay’dan 8:50 de kalkıyor akşam 20:00 gibi Tokyo’ya varıyor. Metronun çalışmaya başlama saati uçuşuma denk gelmiyor. Tokyo’ya da akşam gidiyorum. Ne kalacağım yer belli. Ne internette Tokyo’yu araştırdım. Tek bildiğim Tokyo’nun Japonya’nın başkenti oluşu. Akşam akşam ne yapacağım bilmiyorum.


Akşam 22:30 gibi hava alanına geldim. Sabah kadar burada bekleyeceğim. Her türlü donanımım var. Anna Karenina, Japonya kitabım, Angry Birds…
Biraz kitap okudum, biraz yazı düzenlemesi yaptım, bol miktarda angry birds oynadım. Angry birds’ü şiddetle tavsiye ederim. İnanılmaz bir vakit geçirme oyunu. Bir saatten sonra kitap, yazı uyku yapıyor ama Angry birds gecenin en kopma anında bile işe yarıyor. Bir de uzay versiyonu yapmışlar ki hesaplamalarda Einstein’le bile yarışırım.

Gece dörtte fotoğrafları tablete atmak için bir ucu ince usb diğer ucu dişi usb kablomu kaybettiğimi fark ettim. Bir avuç kablo ama tam kilit görevi görüyordu. Güzergahım üzerinde bulursam alacağım bulamazsam Seher’e sipariş vereceğim.
Bütün geceyi uyumadan geçirdim. Sabah 6:20 de check in için bankonun önüne gittim. Kıza pasaportu uzattım ama her an kızdan “böyle bir isim yok” demesini bekliyorum. Hazırlıklarımı yaptım. Tablet açık hemen maili göstereceğim falan filan… kız pasaporta baktı baktı, pencere mi? koridor mu? diye sorunca bir anda bütün gecenin yorgunluğu vücudumdan çıktı gitti. Neşem yerine geldi. Gerçekten almışım bileti.

Çin sınırından bir sorun yaşamadan geçmeme çok şaşırdım. Giderayak bir bomba daha patlayacak diye korktum. Nedendir bilmiyorum ve sadece ben mi yaşıyorum onu da bilmiyorum. Sınıra gelince bir garip oluyorum. Her sınır için geçerli. Kızarıyorum, heyecanlanıyorum, yüz ifadem değişiyor. Sanki 30 kilo eroin geçireceğim sınırdan. Hele o pasaportu verdikten sonra bekleme hali yok mu? O andaki gerginliğimi tarif edemem. Kulağım mühür sesinde. Mühür sesini duyunca bütün vücudum rahatlama haline geçiyor. Pasaport kontrolünden sonra biraz ortalıkta dolanıp uçağa bindim. Artık yasaklar ülkesi Çin’den kurtuldum.

Yaklaşık 3 saat sonra Güney Kore’ye indik. 17:50 de Tokyo aktarmam var. Yani yaklaşık 6 saatim var. Hemen bir yer bulup internete girdim. Yaşasın internet özgürlüğü… Bir kaç günün yazılarımı paylaştım, ailemle konuştum derken saat çok çabuk geçti. Bu arada bol bol Tokyo’nun metro haritasına çalıştım. Hostellerin haritasını çıkardım. Tokyo’ya varınca yapacağım her şeyin hazırlığını yaptım.

Bu arada hava alnında kaybettiğim dönüştürücü kabloya baktım. Samsung’un memleketinde orjinal Samsung kablo Türkiye’dekinin 3 katı fiyatına satılıyor. Tabi ki almadım. Aynı durumu Çin’de yaşadım. Türkiye’de ucuz dediğimiz Çin malı buzdolabı mıknatısları, Çin’de inanılmaz fiyatlara satılıyor. En dandik buzdolabı mıknatısı 7- 8 liradan başlıyor. Bu işte bir gariplik var ama ben de anlamadım.
Tokyo uçağına bindim. Yaklaşık 2 saatlik yolculuktan sonra Tokyo’ya indik.
Bu arada şu noktayı es geçmek istemiyorum. Hayatımda gördüğüm en iyi hava yolu firması Korean Air. Türkiye’de bütün hava yollarını kullandım, yurt dışında birçoğunu kullandım ama Korean Air bir başka. Bu kadar güler yüzlü, bu kadar kibar bir karşılama olamaz. Çin’den sonra ilaç gibi geldi bu güler yüz.

Tokyo’ya indim. Bütün çalışanlar güler yüzlü. O saatte polisler bile güler yüzle karşılıyor. Sınırdan geçtim. Bana 90gün verdiler. Çantamı aldım. Bir polis yanıma geldi. Yine güler yüzle, benden polis odasına çağırabilir miyim diye izin istedi. Bende verdim. Bütün çantayı baştan aşağıya boşaltıp aradı. Sonra benden özür diledi. Çin’den geldiğim için aradığını söyledi. Bende Çin’den gelenlere şüphe ile yaklaştıklarını daha önce duyduğumu söyledim. Polis beni metro kapısına kadar uğurladı. Bir kibarlık, bir güleryüz anlatamam. Her soru sorduğum kişi güler yüzle konuşuyor konuşma sonrası eğiliyor. Ben zaten Japonları severdim şimdi ilk bakışta aşık oldum.

Uçak indi, polis aradı, metro ile merkeze geldim derken saat 22:30 oldu. Duraktan çıktım. Baktım gündüz gibi çoluk çocuk ortalıkta dolaşıyor. Her yer tertemiz, ışıl ışıl. Bir tane serseri yok ortalıkta. Bir hostele gittim doluymuş. Bana bir adres verdi. O da kapsül otel. Bir ara gazeteye, televizyona çıkmıştı. Kapsülün içinde konaklıyorsun. Oraya gittim. Yer varmış. Geceliği 3000 Japon yeni. Attım çantayı kapsüle. Bir bira alıp günün yorgunluğunu gökdelenleri seyrederek çıkardım. Bir iki yazı yayınladım. Yattım.




Elis’in yatağı bile daha geniş Onur:D
Akşam akşam hiç güleceğim yoktu :):):) öyle deme bugün çamaşırlarımı yıkadım. Kapsülümün içine astım. O kadar derya deniz 🙂 🙂 🙂
çok alıştın sen bu kapsüle, antalyada eve yapmaya falan kalkmada:DDD
İlk içeri girip o kabinleri görünce ben de şok olmuştum. Ertesi gün erkenden kendime bir yer ayarlayayım diye düşünüyordum. Ama kaldıkça sevdim, sevdikçe kaldım. Kapsülümle bütünleştim 🙂