Bu gün ne hikmetse gözümü açar açmaz aklıma Manila geldi. Yani Filipinler’in başkenti ve benim bir sonraki durağım. Uçak bileti bulur muyum? Bilet fiyatı artar mı, Tokyo bileti gibi son dakikaya bırakırsam sorun yaşar mıyım? Gibi sorulara cevap ararken uykum kaçtı. Kalktım, internetten Manila’ya uçak bileti aldım. Bütün soruları cevaplamış oldum. 15 ekim öğlen saat 12:00 de uçak kalkıyor. Tokyo aktarmalı bilet 848 tl. Güneye inmek için önce kuzeye gideceğim sonra güneye ineceğim öylesi daha ucuz oluyor. Bu hava yollarına akıl sır ermiyor.
Kafam rahatladı. 12 gibi dışarıya çıktım. Normalde bu gün tayfun öncesi yağmurun başlaması gerekiyordu. O yüzden Hiroşima’nın bir adası olan Miyajima’ya gitmedim. Ama damla damlamıyor. Tayfun alarmı bütün planlarımı değiştiriyor.
Bu gün genel anlamda park ve şehir gezmesi yapacağım. İlk olarak Shukkeien parkına gittim. Shukkeien parkı, 1620 yılında yapılan ve zamanla büyütülen tipik Japon stili parkların önde gelenlerinden. Hiroşima’da her tarihi, turistik yerler de olduğu gibi burası da 1945 yılından sonra restore edilmiş. Burada bu tür eskiden kalmış parkların, binaların caddelerin önünde 1945 ağustosunun bir resmi konulmuş.



Küçük adaları, göletleri, çay seremoni yerleri, köprüleri ile oldukça güzel bir yer. Benim tabi ki en çok beğendiğim yer bambu koruluğu oldu. Ben de pandalar gibi bambulara bayılıyorum.





Oradan şehrin en güneyindeki Hijiyama parkına yürüdüm. Mesafe şehrin bir ucundan diğer ucu ama şehir minyatür olunca hemen gidiliyor. Bol miktarda köprüden, nehirden geçtikten sonra parka vardım. Köprü ve nehir detaylarına gireyim mi diye düşündüm ama elimdeki, sırf gezilecek yerleri gösteren turistik şehir merkezi haritasında 28 köprü ve 8 nehir var. O yüzden nehir ve köprü detaylarına girmekten vazgeçtim. Ama şunu söyleyebilirim. Şehrin en önemli iki nehri Honkawa River ve Kyobashi-gawa River, en büyük iki köprüsü Aioi-Bashi Bridge ve Inari-Ohashi Brige.

Sonuçta bir çok köprü ve nehri aşarak parka geldim. Parkın girişinde bir Şinto mabedine uğradım oradan içeriye girdim. Park çok turistik bir yer değil. Zaten turist broşürlerinde de yok. Çoğu yerde İngilizce yazmıyor. Genelde ormanlık alanda spor yapmak isteyenlerin kullandığı bir park. Sağdan girdim soldan çıktım derken parkın merkezindeki Manga library’nin ve Museum of Contemporary’nin bulunduğu meydana vardım. Manga, genel olarak Japonların geleneksel karikatürleri. Bütün kütüphanede onlardan var. Müze de sanat müzesi, her yerde soyut heykeller var. Pek ilgi alanıma girmediği için ormanın içinden tekrar şehre geri döndüm. Peace Memorial park’a doğru yürürken yağmur başladı. Bu yağan tayfun öncesi yağmur.




Kendimi bir kapalı çarşıya attıktan sonra ucuzundan bir şemsiye aldım ve guesthouse’un yolunu tuttum.



Saat 6 gibi guesthouse’a geldim. Birikmiş internet işlerimi yapmaya başladım. Şu an yazı yazıyorum. Yanımda bir Japon 15 dakikadır ağzını şapırdata şapırdata yemek yiyor beş dakikada bir geğiriyor. Yazmayayım dedim ama artık dayanamadım yazıyorum. Çinlilerin ve Japonların alışamadığım özellikleri yemek yerken hiç durmadan ses çıkartmaları. Şapır şapır… olmadı bir geğirme. Yanındaki insanda konsantrasyon bırakmıyorlar. Ki benim en rahatsız olduğum şeylerden biridir sesli yemek yemek. Yanında yemek yiyen çocuğu bekledim. Yemeğini yedi kalktı yazıya devam ettim.
Hiroşimalıların en sevdiği spor beyzbol. Japon merkez liginde oynayan Toyo-Carp adında bir beyzbol takımı var. Şehrin her yerinde onların resimleri var. Restoran girişlerinde, kaldırımdaki kanalizasyon kapaklarında, markette kasiyer arkasında hep Carp’larla ilgili resimler var.

Bir de Hiroşima’da da Tokyo’da ki gibi binalar bir garip. Birisi çok yüksek, diğeri çok alçak. Bir bina ile yanındaki diğer bina birbirini tutmuyor. Yer sıkıntısı olan bir ülkenin şehirlerinde dip dibe yüksek binalar olması beklenir ama burada tam tersi olmuş. Bina otoparklarının bile dört katlı olduğu düşünülürse durum biraz karışık. Bu durum şehir estetiğini de bozuyor.

